Cihangir’deki kira evinde oturuyoruz. Sıcak, baygın bir yaz öğleden sorası. Ben, yemekodasındaki dededen kalma sedire uzanmışım, gözlerimi duvara, asılı duran, nakışlı İran halısına çevirmiştim. Ama annemi dinliyorum. Annemi, sırmadan, kılıç tutmuş güneş yeleli arslana baktığımdan şu an görmüyorum. Anneciğim, sedirin tam karşı köşesindeki siyah, çatlak çatlak maroken koltukta oturuyor. Görmüyorum ya; yine de oturuş şeklini, elinde tuttuğu ince kitabın kırmızılı bordolu kapağını -biri kız, diğeri oğlan iki çocuk, yine kırmızı kapaklı kocaman bir kitap okuyorlar; kızın handiyse kitaptan da büyük bir kordelası var…